rnrnDEVRİN BAZI MHP’Lİ VE ÜLKÜCÜLERİNİN ANILARINDA 12 EYLUL ÖNCESİ VE SONRASIrnrn20. yüzyıla damgasını vuran Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, çok sayıdaki ülkenin kaderini doğrudan etkilemiştir. ...

Gözden kaçırmayın

ERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYORERKMEN’DE SERA YAPIMINA BAŞLANIYOR

DEVRİN BAZI MHP’Lİ VE ÜLKÜCÜLERİNİN ANILARINDA 12 EYLUL ÖNCESİ VE SONRASI 20. yüzyıla damgasını vuran Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, çok sayıdaki ülkenin kaderini doğrudan etkilemiştir. Bu savaşlar dünya savaşlar tarihinde hem önemi hem de acımasız yüzüyle yerini almıştır. Dünya siyasî arenasında dengeler alt-üst olmuş, birçok ülke tarih sahnesinden silinmiş, birçok ülkenin haritasında ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda insanlığın yaşadığı tahribat ve trajedi insanları daha fazla düşündürmeye sevk etmiştir. Ve bu sonuç az da olsa meyvelerini vermiştir. Savaşların sayısını ve hızını azaltmaya ve yavaşlatmaya yönelik Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Avrupa Ekonomik Topluluğu gibi kuruluşlar kurulmuştur. Dünya siyasetine iki aktif oyuncu ABD ve SSCB yön vermeye başlamış, siyaset bilimine “Soğuk Savaş Dönemi” olarak geçen bu dönemde dünya iki kutba ayrılmıştır. SSCB ve ABD’nin oluşturduğu dünya görüşleri; siyasi, ekonomik ve teknolojik güç; ülkelerin iç ve dış siyasetini etkilemiştir.   Soğuk Savaş Dönemini en şiddetli yaşayan ülkelerin başında ülkemiz gelmektedir. Türkiye ile Rusya’nın son üç yüz yıldır yaptığı onlarca savaş ortada iken, SSCB’nin yeni rejimini hareket alanındaki bütün ülkelere yaymaya çalıştığı, bitişik komşusu Türkiye’den alenen Boğazlar, Kars ve Ardahan’ı altın tepside istediği bir dönemde Türkiye’nin başının ağrımaması mümkün mü? Soğuk Savaşı her an ensesinde hisseden Türkiye, gelişmelerden çok etkilenmiştir.   Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî yaşamının en önemli kilometre taşını kuşkusuz 12 Eylül darbesi oluşturmaktadır. 12 Eylül’e giden süreç ve sonrası ülkeye, ülke insanına getirdiği ve ondan götürdüğüyle derinlemesine masaya yatırılmamıştır. Meselenin abartıldığı düşünülebilir fakat, aradan 30 yıl geçmesine rağmen neredeyse her fikir akımının her partinin her toplumsal sınıfın farklı bir 12 Eylül zihniyeti algılaması vardır. Kamuoyunda daha çok söz sahibi olanların, gazetelerde ve televizyonlarda köşe başlarını tutmuş gazeteci ve yazarların bakış açısına göre 12 Eylül öncesi ve sonrası topluma verilmeye, anlatılmaya çalışılıyor. Acaba çoğunluğunu 68 kuşağı solcuların oluşturduğu bu insanların anlattıklarının ne kadarı yanlış, ne kadarı yalan, ne kadarı duygusal, her şeyden daha önemlisi de ne kadarı doğru ve objektif? Bu dönemin sağlıklı olarak inceleme, değerlendirme ve yorumlanmasının yapılması için 12 Eylül’ün en büyük mağdurlarından ülkücülerin de sözlerine, düşüncelerine kulak verilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde hakikatin bir veya birçok parçası eksik kalmış olacaktır.   Bu dönemde sağda ve solda mücadele eden, gençlik yıllarını toplumsal sorunlara kafa yorarak geçiren, neredeyse hayatlarını bitiren idealist insanların bazıları, geçmişini ve siyasî fikrini sorgulama ihtiyacı duymuştur. Bahse konu olan tefekkür birçok hatıra, günlük, araştırma kitabını doğurmuştur. Bu eserlerin çoğunluğunun solculara ait olduğunu ama son yıllarda Türk milliyetçisi ve ülkücü aydınların konuyla ilgili eserlerinde artış olduğunu söyleyebiliriz.   Bu yazıda Ülkücü Hareket’te muhtelif konumlarda yer almış akademisyen Turan Güven’in “İnsan Gelecekte Yaşar”, siyasetçi Yaşar Okuyan’ın ”O Yıllar” tutuklu ve mâhkum Oğuzhan Cengiz’in “Kapıaltı” ve “Yanıkkale” isimli günlüklerini incelemeye çalışacağım. Bu eserlerden yola çıkarak genellemeler yapmak çok sağlıklı olmayabilir. Ama milliyetçi camia içerisinde farklı konumlarda bulunmuş bu yazarlar, bizi bazı sonuçlara ulaştırabilir.   YAŞAR OKUYAN – O YILLAR Yaşar Okuyan’ın geçtiğimiz aylarda yayımlanan “O Yıllar” kitabını ele alacağız. Birçok partide faal olarak görev yapan, 2 dönem milletvekilliği, bir dönem bakanlık yapan Okuyan, şüphesiz en renkli, en sıkıntılı ve en heyecanlı günlerini MHP çatısı altında yaşamıştır. Babadan CHP’li bir evde dünyaya gelen Okuyan, dedesi ve dayısının Türkeş ile yakın dostluğu sayesinde Ülkücü Hareket ile çok erken yaşlarda tanışmış; 1971’de 21 yaşındayken partinin Genel İdare Kurulu’na girmiştir. 1977’den 12 Eylül 1980’e kadar MHP Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapan Okuyan, Darbede MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasından idamdan yargılanan kişilerin arasındadır. Mamak Cezaevi ve Dil Okulu’nda tutuklu kalmıştır. Okuyan’ın hatıraları gerek Türkeş ile olan yakın ilişkileri, gerek 68–80 arasında partideki faal görevinden dolayı, ihtilalın MHP’nin yöneticilerine etkisini anlama açısından Okuyan’ın hatıraları önem arz etmektedir. Kitap üç bölüme ayrılabilir. İlk bölüm Alparslan Türkeş ve ülkücü hareketle tanıştığı günlerden cezaevi günlerinden sonraki döneme kadar olan olayları kapsar. İkinci bölümde cezaevinden bir yakın akrabasına yazmış olduğu (40) mektuplar yer almaktadır. Üçüncü bölüm ise muhtelif belgelerden oluşmaktadır. Bunların bir kısmı kendisiyle ilgili, bir kısmı da o dönemle ilgili belgelerdir. İhtilal sonrası Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan  ”12 Eylül 1980 Sonrası Tedbirleri ve Türkiye’mizin Yakın Geleceği Üzerine Bir Rapor Denemesi” isimli çalışmayı irdeleyerek 12 Eylül’ü sorgulamaya çalışmıştır. MHP, ülkücüler ve Alparslan Türkeş hakkında yapılan çalışmalarda karşılaşılmayan veya üzerinde durulmayan bazı konulara Okuyan’ın eseri açıklık getirmiştir. Örneğin bazı ülkücü ve MHP’lilerin Menzil tarikatıyla bağlarının ihtilal sonrası döneme tekabül ettiği bilinir. Yazar, kitapta bu konuda Türkeş ve bazı parti yöneticilerinin karışık tavrını dile getirir. (s.143–4)  Türkeş’in Musevi cemaatinin ileri gelenleriyle sık sık bir araya geldiğini, gerek demeçlerinde gerekse kendinin dilinden hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeni ve Yahudiler hakkında düşmanlık ve infial ima eden bir cümleyi duymadığını belirtir.[3] 77 Seçimlerinde partiye yardım eden işadamlarının isim ve yardım miktarları açıklanmış, bunların arasında Üzeyir Garih gibilerin de yer aldığı görülmüştür(s.66) Bilindiği üzere CKMP’nin MHP adını aldığı Adana kongresinde(1969) sadece parti adı değişmekle kalmayıp, partiye yön veren ideolojik renk ve doz da değişmiştir. Bu kongreden sonra emekli askerlerin önemli bir kısmı ve aşırı Türkçü grup partiden ayrılmıştır. İstanbul’dan Adana’daki kongreye gelen kişilerin arasında Okuyan da vardır. Türkçü grup ile sopalı ciddi kavgaların hem kongre salonunda hem de İstanbul’a gidene kadar yapıldığını söyler. Olayların sadece küçük bir tasfiye olmadığını, kavgaların ve mücadelenin ciddi boyutlara ulaştığını belirtir. Yazar, birtakım ajanların partiye sızdığını bunları deşifre etmek için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini belirtir. Bazı gazete ve dergilerin kendisi gibi birçok arkadaşını hedef gösterdiğini, kendisine yönelik tehditlerin artması sonucu emniyetin kendisine koruma polisi verdiğini söyler. İdeolojik kavganın hangi boyutlara ulaştığıyla ilgili küçük bir örnek verir. Solcu kardeşi Arif ile uzun yıllar konuşmadığını, kardeşinin soyadını değiştirdiğini, babaları öldükten sonra ve Berlin Duvarının yıkılmasına yakın barıştıklarını açıklar.(s.149) 1980 öncesi siyasi cepheleşmenin, siyasetteki tıkanıklığın had safhada olduğu dönemde diyalog kapılarının açılmasına yönelik birtakım teşebbüsler olmuştur. Bunlardan birisini de kitaptan öğreniyoruz. Okuyan, Türkeş ve Ecevit’i bayram ziyaretinde bir araya getirip basın aracılığıyla birtakım mesajlar vermek düşüncesiyle önerisini MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak ile zamanın CHP’li Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay’a açar. Türkeş, Dalokay ve Sazak buna olumlu bakar, Ecevit’e haber gönderilir, ama Ecevit “Bu bizi sıkıntıya sokar. Ben bunu örgüte anlatamam.” der. (s.76) Okuyan, İhtilal sonrası “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda” idam ile yargılanır. Bu süre zarfındaki cezaevi günleri kitabın ilgi çekici bölümlerini oluşturmaktadır. Özellikle de Mamak Askeri Cezaevi’nde ülkücülere yapılan işkencelerden Okuyan da nasibini alır. 8 yaşındaki çocuğunun ve eşinin karşısında zorla İstiklal Marşı ve Andımız okumaktan tutun da tuvaletleri 29 gün boyunca sırf başka malzeme olmaksızın elleriyle temizlemelerine kadar; her türlü hakaret, küfür ve manevi işkenceden bahseder. Ülkücülerin yaşadığı derin hayal kırıklığını Okuyan da yaşar. Yakın akrabasına göndermiş olduğu mektuplarda cezaevindeki günlük ve rutin olaylar, ihtilalın Ülkücü ve MHP’lilere acımasız tavrı geniş yer tutar. “Görüldü” onayından geçen mektuplarda bütün ayrıntılarıyla olmasa da cezaevindeki olumsuz ve hukuk dışı uygulamalardan bahseder. Bu arada kendilerinin idamdan yargılanmasına rağmen idam edilmeyeceklerine dair inancını hep koruduğunu söyler. Yanıkkale’nin yazarı Oğuzhan Cengiz, milliyetçi-muhafazakâr çizgideki bir babanın çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelir. Soğuk Savaş yıllarının gençleri öğüttüğü ölüm değirmenlerinin yaşandığı 68–80 yılları arasında ülkücü olarak çatışmaların ortasında kendini bulur. Ülkücü kimliğiyle birçok olaya karıştığı için cezaevine konulur. Cezaevinden bir süre sonra birkaç arkadaşıyla birlikte firar eder, yaklaşık olarak 20 ay kaçak gezer. Daha sonra, ihtilalden birkaç ay önce babasının da isteğiyle teslim olur. İstanbul, Edirne ve Malatya cezaevinde toplam 11 yıl yatar. Cezaevi sonrası yarım kalan yaşamına kaldığı yerden devam eder. Önce askerliğini yapar, sonra evlenir. Ticaret ile meşgul olur. 1997–2000 yılları arasında MHP İstanbul İl yönetiminde bulunur. Bugün yayıncı ve yazar olarak çalışmalarına devam etmektedir. Cengiz, cezaevi yıllarında günlük tutan nadir ülkücülerdendir. Cezaevi yöneticileri günlüklerin bir kısmına el koyar; kurtarabildiklerini “Yanıkkale” ve “Kapıaltı” isminde birkaç yıl kadar önce yayımlar.