ÇOCUK GELİNLER -14-



     Adını Ben Koyacağım…



     Oğlu askerden geldiğinden beri kız arıyordu Hatice Hanım. Oğluna bir türlü kız beğendiremiyordu. İlk başlarda kendisi de çok seçici davranıyordu. Aradığı gelin adaylarında, boy post, endamdan başka becerikli, güler güzlü, tatlı dilli kendinin de seveceği, mavi gözlü sarışın olmasını arzuluyordu. Ailelerine yakışır köklü bir aileden gelsin istiyordu. Beğendiklerini oğlu beğenmiyor, oğlunun beğendiklerine de kendi bir kusur buluyordu.



     Bulundukları şehirde soylu isim yapmış bir aileydi Osman’ın ailesi. Geleneklerine bağlı, modernmiş gibi görünse de göreneklerinden kolay kolay vazgeçemezlerdi. Osman, uzun boylu, kumral yakışıklı delikanlıydı. Öğrencilik yıllarında kız arkadaşları olduysa da ailesinin baskısı yüzünden ciddi ilişkilerden hep uzak durmuştur.



     Rahmi Bey, dededen kalma şekerci dükkânını genişletmiş, şubelerine de Osman ile küçük oğlu Orhan’ı getirmişti. Kendisi de her sabah bütün dükkânlarını dolaşır tetkik eder, sonrada ilk dükkânına gelir, çalışanlarını büyük titizlikle kontrol ederek akşama kadar dükkânında otururdu.  Bütün dükkânlarının duvarında üç nesil dedelerinin fotoğrafları, asaletlerinin göstergesi olarak duvarlarını süsler.  Altın yaldızlı dualarla, ilk kazandıkları parada çerçeve içinde duvarda asılıdır.



     Hatice Hanımla Rahmi Beyin;  iki kızı daha var, ikisini de küçük yaşlarda evlendirmişler ‘’İyi yerlere verdik’’ diye kendi kendilerine gurur duyarlar. ‘’Mutlular mı? Hayatlarından Memnunlar mı?’’ Hiç sorgulamazlar. İyi yerler dedikleri, kendileri gibi saygın ailelerde gelin olmaları. Oğulları Osman’a ve Orhan’a da iyi yerlerden kız bulsalar hayırlısıyla gözleri arkada kalmayacaktı.

   

  Hatice Hanım eş dost düğünlerini, akraba, komşu günlerini hiç kaçırmazdı. Buraya gelen kızları görmek, yeni evlenenlerin akraba çevresini araştırmak için iki eli kanda da olsa giderdi.  Aradığı gibi bir kız bulamadığından yavaş yavaş bazı ölçütlerinden vazgeçiyordu. Sarışın olmasa da olur, çalıştırmayacakları halde Anaokulu Öğretmeni olsun istiyorlardı. Öğretmen olmasa da olur. Aldıkları yeni kararlar doğrultusunda yeniden aramalar sürüyordu.

    

Önceleri yakın çevrelerindeki yetişkin kızları gözden geçirdiler, hiç birini uygun görmediler. Akrabaları da seferber oldular kız aramak için, nerde bir kız görseler, güzel çirkin demeden haber veriyorlardı Hatice Hanıma. ‘’ Güzellik göreceli bir kavramdır, bizim beğenmediğimizi belki onlar beğenir’’ diye. Hatice Hanım yeniden umutlanıyor, daha Osman görmeden, beğenmeyip geri dönüyordu.

    

Hâlâ, dünür gezmek bazı küçük şehirlerde mümkün, oğlan anneleri, yetişkin kızı olan evlere ani baskınlar(!) yaparak kızlarını görmeye giderler. İlk gidişte beğenirlerse, ziyaretlerini olur olmaz zamanlarda arttırarak sürdürürler. Bu ziyaretlerde sadece kızı beğenmek değil, aynı zaman da evin temizliğine, düzenine, evlenecek kızın her an duruşu nasıl ona bakılır. Su istenir, su getirirken yürüyüşüne, yavaş yavaş su içerken bekletilir ki yüzünün güzelliğine, azada noksanlığı var mı? Ona bakılır. Tuvalete gitmek bahanesi ile dibinin köşesinin temizliğine bakılır. Oğlan anneleri ziyaretlerinin her seferinde yanlarında farklı kadın akrabaları ile giderler ki her birinin görüşleri alınır. Ortak beğenme sonucu kız istenmek üzere babalarda devreye girer.



      Hatice Hanım da en sonunda ‘’Falan yerde kız varmış’’ diyerek kapı kapı gezmelere başladı. Gittiği yerler tanımadığı fakat eş dost tavsiyesi ile gidilen evlerdi. Hatice Hanımın beğendikleri de oluyordu. Birkaç kere görmeye gittiğinde, ya yürüyüşü, ya oturuşu, ya su verişi ya da evlerinin düzeni temizliği hoşuna gitmiyordu.    



     Artık iyice bunalmıştı. Oğlunu bir an önce evlendirmeliydi. Yaşıtları evlenmiş iki, üç çocuk sahibi olmuşlardı. Aradığı gelin adaylarının da yaşına başına bakmayacaktı. Nihayet istediği gibi olmasa da bir kız beğendi, on beş yaşında olmasına rağmen yaşından büyük gösteriyordu. Henüz lise öğrencisiydi Güler... Annesi kızını okutacağını evlendirmeyi düşünmediğini söylese de dünür gelenlerin zenginliklerine, asaletlerine karşı koyamıyordu.



Hatice Hanım,  nedense Güler’in annesinden pek hoşlanmadı. Biraz kendini beğenmiş. Burnu havada gibi görmüş, öyle hissetmişti. Yanındakiler, ‘’Annesini mi alacaksın? Kızı beğendiysen olsun bu iş’’ dediler. İçine sinmese de oğluyla tanışmasına karar verdi.



     Oğlunun beğenmesi önemliydi. Şimdiye kadar gösterilenleri pek beğenmemişti, bakalım bu kızı beğenecek miydi? Tanışmaları için gün ayarlandı, dışarıda bir yerde oturup konuşacaklar, anlaşacaklar, olursa ondan sonra istenecekti.



     Osman, evleneceği kızı görünce beğeniyor, iri kara gözlerinden etkileniyor. Boyunun kısalığına aldırmıyor, konuşkan tatlı dilli oluşu aradığı bütün vasıfları unutturuyor. Güler’in gülüşü ile düğünün başlama komutunu veriyor. Kız isteniyor. Kızın babası çok küçükken vefat etmiş, annesi kocasından kalan maaşı ile dört çocuğunu yetiştirmeye çalıştığı için durumları pekiyi sayılmazdı. Buna rağmen çocuklarına yokluğu hissettirmemek için ördüğü dantelleri, işlemeleri dışarıya yapıyor, onuru ile kazandığını yine çocukları için harcıyordu.



     Düğün dernek kuruluyor, çevresinde yetişkin kızları olup ta Osman’ı kendilerine damat olarak görmek isteyenlerin hasetle karışık küçümsemelerine aldırmadan evleniyor Osman.    



      Osman ve eşi, konaklarında annesi, babası ve küçük kardeşi Orhan ile beraber kalıyorlar. Hatice Hanımın da gelin geldiği; (O zaman kalabalık bir aile olan Rahmi Beyin annesi, babası, kardeşler, eltiler hepsi bir arada yaşadıkları) büyük tarihi konakta yaşamlarını sürdürüyorlar. Hatice Hanım kendi gelin geldiği günlerdeki gibi hizmeti saygıyı yeni gelininden de bekliyor. Bir kenara oturup kaynanalık yapmak, gelinini yanına alıp günlerde eş dost toplantılarında boy göstermek istiyor. Fakat gelin hanım, bu kadar baskıya gelemiyor. Daha doğrusu kendi annesi gelip gidişlerinde kızının köle gibi kullanılmasına tahammül edemiyor. Kızını ayrı evde çıkması konusunda baskı yapıyordu. İlk günler sesini çıkartmadan ne denirse yapan Güler;  annesinin de dolduruşu ile artık baş kaldırıyordu.



     Ayrı evde oturmak için sürekli eşi ile tartışıyordu. Osman, yıllardır Babadan oğula süregelen bu geleneği bozmaya yanaşmıyor eşine de bir şey diyemiyordu. Daha doğrusu annesinden çekiniyordu. Nasıl diyebilirdi ki ‘’Biz ayrı evde oturacağız’’    Huzursuzluklar günden güne artarken,  mutlu haberi aldıkları gün evde bayram havası yaşanıyordu. Osman baba olacaktı. Gelin hanım artık bütün günlerini bebeği için hazırlık yaparak geçirmeye başladı. Ayrı eve çıkmak sevdası şimdilik unutuldu. Hamile geline bir şey olur endişesi ile Hatice Hanım, gelininin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyordu. Kendisi de babaanne olacaktı. Torunu için herkesten daha fazla özeniyordu. Hele bir de erkek olacağını öğrendiklerinde…



     Doğum yaklaştıkça heyecanlar artıyordu. Gelinin annesi her gün kızını ziyarete geliyor, kızını iyice sahiplenmek istiyordu. Kızının canının istediği ne varsa, hemen yerine getiriyordu. Gelip gittikçe nedense kayınvalide huzursuz oluyordu. Arada bir birbirlerine laf çarpmalar, birbirinin yaptıklarını beğenmemeler, nispet etmeler. Bütün bu olanlar sadece ikisi arasında, kimse aralarında yaşananların farkında değil.



     Beklenen gün geldi. Bir oğlan bebek eve neşe getirdi. Herkes çok mutlu oldu. Güler, oğlan doğurdum al yazmaları bağlayarak diye kasım kasım kasılıyor. Nazı iyice doruklara çıkıyordu. Bebeğe isim konulacak. Kayınvalide ‘’Ben babamın adını koyacağım’’ diyor. Gelinin annesi  ‘’Ölen kocamın adı konacak!’’ Her ikisi de kendi koymak istedikleri isimde inat ediyor. Evde büyük bir kavga çıkıyor. Bu kavgaya gelin hanım ve Osman’da dâhil oluyor. O diyor ‘’ Benim annemin dediği olacak’’ öteki diyor’’ Benim annemin dediği olacak.’’ Birbirlerine küsüyorlar. Güler’in annesi, kızını da bebeğini de alıp kendi evine götürüyor. Osman engel olmuyor gidişine. ‘’Gidersen git’’ diye bir de kovuyor.



     Bir anlık öfke ile annesinin evine giden Güler, günlerce burada kalıyor. Bebeğin hâlâ ismi yok. Osman ise geri adım atmıyor. Eş dost ‘’Gidip getirelim’’ dedikçe ‘’Ben ne giderim, ne de getiririm’’ diyor. ‘’Gelirse kendi gelsin, gittiği gibi’’ Ortalık cadı kazanı. Laf getirip götürenler ‘’Boşanıyorlarmış’’’Osman’a annesi kız bakıyor’’  kendinden laf katanlarla çekemeyenlere gün doğuyor. Dedikodular alıp başını gidiyor. Bunları duyan Güler, loğusa yatağında depresyona giriyor, sütü kesiliyor, hasta oluyor. Annesinin sözüne bakıp geldiği için çoktan pişman oluyor ama çocuğunu alıp koca evine dönmeyi de gururuna yediremiyor.



     Olup bitene sabırla yaklaşan Rahmi Bey ve yakın dostları, araya giriyor,  ‘’Her ikisinin dediği de olsun iki isin koyun çocuğa’’ deyip,  büyükler toplanıp Güler’in annesinin evine gidiyorlar. Amaçları dağılmak üzere olan aileyi kurtarmak. Hatice Hanım kırgın, Osman kızgın,  onları da götürüyorlar. İsimsiz bebek iki aylık olmuş, gidince dayanamayıp seviyorlar bebeği. Osman oğlunu kucağına aldığı zaman olanları unutuyor, baba olduğunu anlıyor.



     Hoş beşten sonra en yaşlı Rahmi Beyin dosttu sözü alıyor. Geline soruyor, ‘’Kızım sen bu bebeğe ne isim koyacaksın?’’  Güler; ‘’ Babamın adını, Hasan koyacağım’’ Hatice Hanım ‘’Benim de babamın adı da Hasan!’’ Günlerdir süren tartışmalar kavgalar, üzüntüler, dedikodular;  birbirlerine olan inatları yüzünden olmuştu.



     Sonunda anlaşılıyor ki her ikisinin koymak istediği isim aynı. O kadar kavga gürültüde hiç sormamışlar ‘’Adı ne diye? ‘’ bebeğe ‘’Hasan’’ adını koyuyorlar oracıkta. Ayrı eve çıkma sözünü de veriyorlar.   Sanki bütün yaşananlar hiç olmamış gibi gelin hanım büyük bir zaferle ayrı çıktıkları evine geliyor. Hatice Hanım da kendi adına kazandığı zaferin muzaffer komutanı gibi salınarak koca konağa geri dönüyor.

    

Osman iki arada kalmışlığın yılgınlığı ile oğlunu kucağına alıp, yeni bir düzene alışmaya çalışıyor. Hatice Hanım Orhan’a kız arıyor. Bu sefer aradığı özelliklerin içinde gelin adayının, annesinin olmaması. Kız hem öksüz, hem yetim olmalı.