Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin, ülkemizin üstün ve özel yeteneklilerin eğitimi konusunda “Türkiye, zeka ve yetenek mezarlığıdır” der. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Tuncer de “Türkiye’de her yıl 30 bin üstün zekalı çocuğunu doğduğu farzediliyor, bu çocuklardan 1000 tanesine ulaşabiliyoruz, 20 bin çocuğunu akibeti hakkında bilgimiz yok” diyor. Üstün ve özel yetenekli çocukların-bireylerin eğitimi konusunda dünyada uzman olan ABD ve İsrail’de, çocukların zeka ve yetenek düzeyleri ana okullarından itibaren belli aralıklarla ölçülüyor, bu ölçümler ve bu ölçümlerin sonucunda gereğini yapmak da zorunlu. Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarında “yeteneğin her zerresine, zekanın her kıvılcımına ihtiyacımız var” demişti. 2012 yılında bir demeç veren Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün ise “Bill Gates, Steve Jobs gibi dâhilerin çıktığı bir ortam oluşturacağız” demişti. Üstün ve özel yetenekli çocuklarının eğitiminin, ülkenin geleceği açısından önemli bir konu olduğunda herkes hemfikir, ancak ortaya konulan ya da konulamayan icraatlar konusunda tüm ciddi eğitimcilerinin ve eğitim bürokratlarının bir özeleştiri yapmaları gerekiyor. Türkiye Cumhuriyetinin, cumhuriyetten bu yana üstün ve özel yeteneklilerin eğitimi konusunda “milli bir politika” oluşturamadığı üzücü bir gerçektir.  Yap-boza dönen eğitim sistemimizde en büyük zararı ve üstün yetenekli öğrencilerin çektiği, bunun sonucunda da her yıl 29 bin üstün zekalı çocuğun kaybedildiği gerçeği ortada. 2013 Ocak ayında, Milli Eğitim Bakanlığı ile TÜBİTAK işbirliği ile oluşturulan 2013-2017 Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planında, planın gerekçesi “20. yüzyılın ilk yarısından itibaren ülkeler üstünlüklerini kanıtlamanın bir yolu olarak spor/sanat ile fen ve matematik alanlarında üstün yetenekli bireylerin eğitimine hız vermeye başlamış, bu bireylerin yeteneklerini sergilemelerini sağlamışlardır. Günümüzde, ülkemiz de dâhil olmak üzere pek çok ülkenin kalkınma hedefleri arasında, üstün yetenekli bireylerin kendi ilgi alanlarını, yeteneklerini, yaratıcılıklarını geliştirmelerine yönelik fırsatları artırmak, ülkelerine ve dünyaya yararlı birer vatandaş olmalarını sağlamak yer almaktadır.” Şeklinde açıklanıyor. Stratejinin vizyonunda ise “tüm yeteneklerin değerlendirildiği bir Türkiye” cümlesi heyecan uyandırıyor doğrusu… Umuyorum ki, üstün yetenekli bireylerin eğitimi strateji planındaki bu vizyonun gereği yapılır. Zira, ülkemizde, maalesef büyük bir heyecanla başlanan projeler, zamanla soğuyor ve unutuluyor. Hele hele, yöneticiler değişince rafa dahi kaldırılıyor… “Bu gerçekleri ve konunun önemini biliyoruz. Ne yapılabilir?.. Bu konuda sizin önerileriniz nelerdir?..” sorularına verilecek cevaplarımız elbette var. Bunları da kısaca sizlerle paylaşma isterim… ***Üstün ve özel yetenekli çocuklar, en erken yaşlarda (en geç 6-7 yaş, ilkokulu birinci sınıf) tanımlanmalıdır ve bu tanımlama zorunlu tutulmalıdır. ***Ülkemizdeki tüm öğrencilerin, belli aralıklarla üstün ve özel yeteneklilik konusunda objektif ve nesnel bir şekilde tanımlamaları yapılmalı, sonuçlar ve öğrencilerin gelişim durumları takip edilmelidir. ***Tanılama ölçütleri, ülkemiz şartlarına göre yeniden düzenlenmeli, objektif, gerçekçi ve nesnel ölçütler oluşturulmalıdır. ***Üstün ve özel yeteneklilerin eğitimi konusunda, üniversitelerde akademik bölümlerin açılması sağlanmalı, bu alanda yüksek lisans ve doktora programları açılmalı, bu programlarda daha önce bu alanda çalışmış öğretmen ve eğitimcilere öncelik tanınmalıdır. ***Bu alanda yetişmiş öğretmen-eğitimci sayısı arttırılmalı, bu eğitimcilerin sürekli değişen öğretim ortamları konusunda gelişimleri sağlanmalıdır. ***İlkokullarda belirlenen üstün ve özel yetenekli bireylerin eğitimi konusunda, çocukların kendi yaşıtlarıyla eğitimi ile birlikte, bu alanda ***uzman eğitimciler tarafından ek çalışma ve etkinlikler için ortamlar hazırlanmalıdır. (Bu konuda çalışmalar yapılıyor) ***Bu öğrencilerin zeka ve yeteneklerinden, bu ülkenin daha çok ve zamanında istifade edebilmesi açısından, ilkokul, ortaokul ve lisede bu çocuklara “sınıf atlatma” imkanı verilmelidir. ***Bu çocukların zeka ve yeteneklerinin “proje” olarak değerlendirilebilmesi için Milli Eğitime bağlı kurumlar ile TÜBİTAK, üniversiteler, güzel sanatlar fakülteleri, spor kulüpleri  ve konservatuvarlar arasında işbirliği ve eşgüdüm sağlanmalıdır. ***Ülke genelinde bu alanda eğitim veren tek yaygın eğitim kurumu olan Bilim ve Sanat Merkezleri, uzun vadede, yeniden yapılandırılmalı, bu merkezlerin MEB, TÜBİTAK ve üniversitelerin ilgili bölümlerince eşgüdüm içinde işletilmesi sağlanmalı; kısa vadede ve acil olarak bu merkezlerin öğretmen-eğitimci ihtiyaçları giderilmeli, buralardaki eğitim-öğretim ortamları standart hale getirilmelidir. Bu konular, alanla ilgili çalıştaylarda tartışıldı, bir çoğu da biraz önce sözünü ettiğim stratejik planda var. Ancak, konunun önemi ve hassasiyeti açısından yeniden gündeme getirmek istedim… *************