Eskiden, köyden Afyon’a gelindiği zaman “şehere gidiyorum” denirdi. Sabah şehre gelen bir otobüs, akşam ise şehirdekileri tekrar köylerine geri götüren bir otobüs… Köyler kalabalıktı, köylerde yaşam canlıydı, köylerde tarım, hayvancılık ve ekonomik yaşam gündelik yaşam için yeterli seviyedeydi  ve şehre sadece resmi işlemler ile alışveriş için gelinirdi. Sonra durum değişti, köylerdeki ekonomik yaşam günlük hayatı idame ettirecek yeterlilikten uzaklaştı, yeni nesil şehirlere göç etti, şehre yakın köyler ise artık iş yaşamı için kentlere günübirlik gidip gelmeye başladı. Afyon’da da durum böyle oldu. Bundan 10 yıl önce 80-90 bin olan şehir nüfusu şimdi 200 bini aştı. Afyon, artık gerçek manasıyla “kent” olma yolunda ilerlemeye başladı. Yeni yollar, yaşam alanları, alışveriş merkezleri, bol yıldızlı oteller, yeni ekonomik tesisler, yeni sosyal tesisler inşa edildi. Gelişim hızının yeterliliğini tartışmak konumun dışında, ancak Afyon’un artık “gerçek bir kent” olabilme yolunda fiziksel ve şekilsel olarak bir mesafe katettiği ortada. Fiziksel (görüntü) olarak bir “kent” olma yolunda ilerleyen şehrimiz, acaba içinde yaşayan halkımızla “kent ve kentli olabilme” yolunda bütünleşebiliyor mu?.. Asıl tartışılması gereken nokta bu… Diyelim ve tartışmayı başlatalım… “Uygarlık” anlamıyla birebir ilişkisi olan “kent” kavramının Arapçası “medine”, İngilizcesi ise “cite ya da city…” “Uygar” kelimesinin Arapçası yine “medine” sözcüğünden türeme “medeni”, İngilizce karşılığı ise “city” sözcüğünden türeme “civil…” “Uygarlık” kelimesinin “Medeniyet” olarak karşılık bulduğunu, bu kelimenin kökeninin de “medine” (kent) olduğunu burada anlıyoruz. Ben şehirde yaşıyorum demekle “kentli” olunmuyor. Gerçek anlamda “kentli” olabilmek için “uygar (medeni) olmak” gerekiyor. “Kentli olmak”  diğerlerine ve diğerlerinin haklarına saygılı olmaktır, kurallara uymaktır, işbirliği ve imecedir, binlerce insanla beraber seviyeli, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşamaktır, kadınlara-çocuklara-engellilere ve yaşlılara ilgi göstermek, özel önem vermektir, güzel sözdür, sağduyudur, hem sosyal yaşama hem ekonomik yaşama aktif olarak katılmak ve katkı sağlamaktır, yöneticilere karşı denetim görevini yapmaktır-yol göstermektir, kentin sokaklarını, caddelerini evimiz olarak görmektir ve “kentin ruhuna (yeşiline, çevresine, kültürüne, tarihine, eserlerine, parkına, bahçesine…) sahip çıkmaktır…” “Kentli olabilmek” yaşadığı yere o kadar sahiplenmektir ki “benim şehrim, benim memleketim” diyebilmektir. Oya Uysal’ın ifadeleriyle; “bir kent, sadece insan ve bina yığını değildir. Kentler de insanlar gibidir, hayatın merkezine parayı koyduğu taktirde Faust’a (gökyüzü ve cehennem arasında geçen bir insanlık dramı) döner, dolayısıyla kentin merkezinde para değil, ruh vardır. Kent ruhuna sahip çıkmanın sonuçları nasıl görünür? Binalarından gelen mutlu insan seslerinde, Kente mutlu olmak için gelen ziyaretçi sayısında, Kentlinin, mutlu olunmanın gereklerini anlattıkları kent dışı ziyaret sayısında…” Şimdi, değerli hemşehrilerim; düşünmek zamanı, kentimize sahip çıkıyor muyuz? Kentimizin ruhuna sahip çıkıyor muyuz? Yoksa sadece ruhsuz şekillerin çoğalmasını mı seyrediyoruz. Bize ilham veren unsurlar nerede? “Tamam bunları hepimiz biliyoruz, ama çözüm önerileriniz nelerdir?..” sözlerini duyuyorum. İsterseniz durumu ve çözüm önerilerinizi yorumlarınızla değerlendirin, yorumlarınız ışığında gelecek yazımızda “kentimizle ilgili çözüm önerilerimizi” yazalım… Ha, bu arada; gerçek anlamda “bir kent nasıl olmalı, nasıl yönetilmeli?..” o konudaki görüşlerimizi de, değerlendirmelerimizi de sonraki yazılarımız da paylaşalım inşaallah… * * * * * * * * * * * * * *