Milli Eğitim Temel Kanunun ikinci ve üçüncü maddelerinde, Türk Milli Eğitiminin genel amaçları belirtilirken çocukları “Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek, İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak. Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluğunu arttırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktadır.” Der. Yani, Milli Eğitim sistemi, salt hırsa ve nesnel başarı diyebileceğimiz sayısal verilere göre düzenlenmemiştir. Yine eğitimi sistemimiz, görünürde; anne-babalara ve öğretmenlere “çocuklarınızı ilkokul dördüncü sınıftan itibaren her hafta sonları, her sömestre ve her yaz tatilinde dersanelere gönderin, onları sınavlara hazırlayın, büyük bir hırsla ve azimle onları sınav yarışına koşturun, onların kişilikleri, özbenlikleri, psikolojileri hasar görse bile bu yarıştan onları sakın ha koparmayın” demez. Milli Eğitim temel amaçlarından edindiğimiz intiba budur… Hem Milli Eğitimin (devletin), hem ailelerin ideal çocuk yetiştirme ve ideal eğitimde ana ilkeleri; “Allah’ı, kutsal değerlerini, vatanını, milletini, ülkesini, ailesini seven; milli ve manevi değerlerine bağlı, yeteneklerini ve becerilerini en üst düzeyde kullanarak ülkesine ve topluma hizmet eden, çalışkan ve üretken, diğer insanlara saygılı, farklı düşüncelere tahammül edebilen, bedence sağlam, fikirce uyanık, ahlakça dürüst, uyumlu, dengeli, çevresine yardım eden, hür ve bilimsel düşünebilen, sağduyulu, saygılı, sevecen, çevreyi ve diğer canlıları seven ve koruyan, kurallara ve yasalara uyan, özgüveni yüksek, fikirlerini özgürce ifade edebilen” diye anlıyorum. Evet; çocukların başarısı için yeteneklerini, zekalarını en üst düzeyde kullanmalarını istemek, bu yetenek ve bilgilerini dikkatli bir şekilde kullanmalarını sağlamak için çalışmak gereklidir. Ancak, onları 10 yaşından 18 yaşına kadar hafta sonları, tatillerde, okullarından boş kalan her zamanlarında dersanelere, özel hocalara göndermenin, çocuklarımıza büyük bir haksızlık olacağını düşünüyorum. Sadece belli bir takım test sonuçlarına odaklı bir çocuk yetiştirme yöntemi, asla doğru bir yöntem değildir. Hırsla ve rekabetle dolu böyle bir ortamdan ruhen ve sosyal olarak sağlıklı bireyler çıkması, yetişmesi zor olacaktır. Gözlemlerime göre, böyle bir ortamdan “kendini ifade etmekte zorlanan, arkadaşlarıyla iletişimde güçlük yaşayan, düzenli ve açık üç dört cümleyi bir arada kullanamayan, özgüveni düşük” bireyler yetişiyor. Evet, çocuklarımız başarılı olsunlar, ama “bizim istediğimiz yönde” değil, kendi kabiliyet ve yetenekleri yönünde başarılı olsunlar, buna imkan verelim, buna yol verelim. İşte bu durumda kendine güvenen, özgüveni yüksek, gerçek anlamda başarılı ve istekli bireyler yetişecek; kendi isteği ve yetenekleri doğrultusunda başaran bir birey mutlu ve huzurlu olacak ve ülkesi için daha istekli çalışacaktır. “İdeal çocuk yetiştirme”yle ilgili olarak, işin üstadı Üstün Dökmen Hocamızın, sizin de bildiğinizi düşündüğüm ve hatırlatma olsun amacıyla “Geleceğin suçlusunu yetiştirmenin 8 basit kuralı” başlıklı yazısını paylaşarak yazıma son vereyim; “Geleceğin suçlusunu yetiştirmek istiyorsanız: 1- Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla! Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın…
2- Fena sözler söylediğinde gül! Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın…
3- Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın! Bırak, onsekizine gelince kendisi karar versin…
4- Yerde bıraktığı her şeyi kaldır; kitaplarını, giysilerini, pabuçlarını… Onun için her şeyi sen yap! Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin…
5- Onun önünde sık sık kavga et! Ki, bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın…
6- Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma! Asla kendi parasını kazanmanın ne demek olduğunu öğrenmesin…
7- Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını yerine getir! Ki, istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın…
8- Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı hep onun tarafında ol! Ki, hepsine karşı ön yargılarla davransın… Evet evet, bütün bunları yap! Ki, günün birinde onun başına bir bela gelirse kendinden özür dile, ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığın için kendine teşekkür etmeyi de İhmal etme sakın!..” Sağlıcakla kalın…   NOT: Daha önceki yazımda söz konusu ettiğim “Kent ve kentli olmak”la ilgili konular aklımda. İnşallah sonraki yazılarımda bu konuları ele almaya devam edeceğim.   İDRİS ÖZEK www.idrisozek.com    [email protected]   facebook.com/idrisozek